28 Şubat 2011 Pazartesi

ibret.

Ünlüler(!) özel hayatlarının fazlaca teşhir edildiğini, göz önünde olduğunu, haksızca irdelendiklerini, kişilik haklarının ihlal ediliğini söyleye dursunlar sonra da cevap versinler, bir dolu insanın özel hayatları bu kadar gözüne sokulan sade vatandaş ne yapsın?
Demek ki neymiş, hamile pilatesi yaparken fotoğraf çekilmesek de olurmuş.
Demek ki neymiş iki;pilates topu patlar diye korkmamak lazımmış, ifaden komik olabiliyormuş.

24 Şubat 2011 Perşembe

parmaklar çapraz.

Var benim de kendime göre bir metodum.
Bir şeyin olmasını mı hayal ediyorum, üzerimdeki kıyafeti hayal ederim. Ve ta taa bir bakmışsınız olmuş.
Olur. Olacak.
Sadece bi elbise var, onu almam gerek.
Sonrası, biliyorum, çorap söküğü gibi gelecek:)

midem bulandı.

Bahar'ın sabahın köründe İstanbul'a gideceği gün güzel güzel uyumayı beklemiyordum ama en azından Bahar evden çıktıktan sonra biraz daha kestiririm sanıyordum. Sonra bağırışlarla yatağımdan zıpladım . Yan tarafımızın anaokulu , evimizin altının popüler bir kırtasiye ve evimizin de cadde üzerinde olmasından mütevellit hep yoğun bir trafiğe ve zaman zaman köşe başı kazalarına sık sık sahne olan kapı önümüzde iki araba 'dan inen 5'er kişi kuvvetli bir ağız dalaşı içerisine girmişti.
Bu kavga halindeki iki araba haricinde bir başka araba her zamanki gibi park yerimizin önüne park etmiş, bir diğeri de vahşice kaldırımın üzerine çıkmış ve yolu epeyce daraltmıştı. Muhtemelen araçlardan arkada olanı kornaya basmış, adam da geçecek yer mi var ulan nidasıyla kendini arabadan atmıştı.
Olay başladığında bir kadın tarafları ayrımaya ve sakinleştirmeye çalışmaktaydı. Derken taraflardan biri, oldukça şişman olan bir diğerini itti ve itilen kişi kendi arabasının kapısına düşmek suretiyle arabasının kapısını kırdı. Hayır araba da güzel bir arabaydı hani içim cız etti.
Bunun üzerine o sakin gibi görünen kadın, karşıt arafın üzerine öyle bi atladı ki ben ömrümde böyle bir şey görmedim dersem yalan olmaz.
Tabii akabinde şişmanca olan adam, daha ufakça olan adama kuvvetli bir şekilde kafa attı ve yer gök kan oldu. Kavga iyiden iyiye büyüdü. Bu arada sokağımızda çocuklarını bu vahşetten korumaya çalışan telaşlı velilerin "öğretmeniiiim çocuğu alır mısınız" çığlıklarıyla yankılanmaktaydı.
Her şey tuhaftı işte. İnsanlar canlarına ve mallarına bir zarar dahi gelmemişken, hangi öfkeyle birbirilerine bu denli gözleri kararak saldırabiliyorlar bilmiyorum.
İnsalardan korkuyorum, utanıyorum, biraz da tiksiniyorum ya.

17 Şubat 2011 Perşembe

işaretler.


Dün danstan çıktıktan sonra cafe des cafe de otururken, her masa doluydu, , birileri cappucino içerken, diğerleri yemek siparişi veriyordu, sesler birbirine karışıyordu. İtalya’da bir mekanda otururken, etrafta hissettiğim o gürültülü sıcaklık vardı gibi ukalaca bir laf edeceğim kısacık oraları görmüş biri olarak ama öyleydi. Sonra ben Didem’le Bahar’a dedim ki, burası bugün İtalya gibi.

Sonra telefonuma bir mesaj geldi. Biz çığlık attık.

Bu sabah iş yerine geldiğimde masamda Ferzan Özpetek’in Karşı Pencere’si vardı. A ben bunu izlemiştim dedim. Demet Hanım soundtrack’i o dedi. Ofisimiz “la finestra di fonte” nin notalarıyla doluydu o anda.

Ben Demet Hanım’a hayatta bazen ne tuhaf tesadüfler var dedim. O tesadüfler yok dedi, işaretler var.

Bugün hava güneşli. Ben mutluyum. Hayal ettiğim şeyler olmasa bile mutluyum. Çünkü uzun süreden sonra ilk kez bir şeyleri hayal ederken dünyayı unuttum.

16 Şubat 2011 Çarşamba

Kahraman.


Burası Sıhhiye. Her gün olmasa da kötü şeyler olmuyor değil burada da. Sabahın köründe polisler kimlik kontrolü yapar, yolda görseniz kaçacağınız adamlar burada yürür ama bir yere kaçamazsınız. Arada bir birisi cüzdanım, telefonum diye bağırır, ama arada bir. Hatta geçenlerde Abdi İpekçi Parkı’nın ücra bir köşesinde, yerde kalmış az bir karla, bir grup gencin, bir diğerinin üzerini temizlemeye çalıştığı bir anda, onlara azıcık daha yaklaşınca, temizlemeye çalıştıkları şeyin kan olduğunu ve ayakta durmakta zorlanan çocuğun bayıldığını, yerden kaldırılıp, karga tulumba götürüldüğünü görmüşlüğüm bile vardır. O anda benimle birlikte olayı gören , durup izleyen kimse de bir şey yapmamıştır, o da bizim ayıbımızdır. Falan filan. Yani buralarda tuhaf şeyler oluyor ve bugünde bir çanta, cüzdan bağrışmasına şahit olunca bir kahramanlık hikayemi sizlerle paylaşmak istedim.

Yıl 2005, avukatlık stajımı yapıyorum. Öğlenleri de yardım amaçlı , Ulus’taki gümüşçü dükkanımızda anneme, dedeme yardım ediyorum. Bahar’da dükkanda o gün. Dükkan her zamanki gibi çok kalabalık. Annem’le Teyzem’in bir arkadaşı Füsun Abla da orada. Dükkana giren çıkan simalar tanıdık da olsa arada tanımadıklar da var. Oldukça havalı, uzun saçlı iki kız nedense dikkatimi daha çok çekiyor, gözlerinde güneş gözlükleri…

Sonra bir anda Füsun Abla çantasının olmadığını fark ediyor. Dükkandan o anda çıkanlar az çok hafızamızda, Annem müşterilerin arkasından çıkıyor Bahar’la, ben de nedenini bilmediğim bir şekilde dükkanın arkasından dolanıyorum.

O anda biraz önce bahsettiğim bu iki havalı kız çarpıyor gözüme, telaşsızca yürüyorlar. Aklımdan müşteriyi nasıl suçlarım şimdi gibi bir sürü fikir geçerken, ellerindeki alışveriş poşetlerinin büyüklüğü de gözüme takılıyor.

Kızlardan biriyle göz göze geldiğimizde diğeri hızla uzaklaşıyor, o zaman daha da hızlanarak diğerinin yanına gidip, elindeki torbaları açmasını istiyorum, kız bana sert bir şekilde hayır ne münasebet gibi bir şeyler diyor, ben diretiyorum, caddenin köşesindeyiz ve kız bir anda elindeki torbayla beni duvara hızlıca itip, kendini yola atıyor, torbanın içine bakıyorum, çanta orada, ama çantanın içine bakamadan, sımsıkı tutarak dükkana dönüyorum.

Bir iki gün çarşıda kahraman ilan ediliyoruM:) Çantanın içindeki her şey yerli yerinde, Füsun Abla’nın o gün aldığı maaş da dahil olmak üzere…

Bu hikayeden çıkarılamayacak sonuçlar:

1-)Merve süper bir kahramandır, başınız her derde girdiğinde yanınızda bitiverecektir.
2-)Mağazalarda kendinizi kaybedecek kadar dağılın, çantanızı ortalığa saçın.
3-)Helal paraya zeval gelmez.(Zira bir de dükkandan bizzat annemin çantasının çalınmışlığı vardır, o da ayrı bir hikayedir.)

11 Şubat 2011 Cuma

bachataa.


Haftalardır gidiyorum dansa. Tüm gün suratım asık da gezsem, mutsuz ya da huysuz da olsam o 1.5. saat de başka birisi oluyorum, canımı sıkan hiçbir şey gelmiyor aklıma, tek derdim, popomu yeterince iyi kıvırmak, adımları kaçırmamak falan olu veriyor.Ve ders bittiğinde vücudum yorgunluktan titrerken, içimde tuhaf bir enerji..

Dünse 1 aydır öğrendiğim dansın sonunda, eşli dans edip de ortaya bir şeyler çıktığını görünce ayrı bir mutlu oldum. Bacaklarım deli gibi sızlıyor, karın kaslarım acıyor ve bütün bunlar bana tuhaf bir keyif veriyor.

Yüzmek kadar dans etmek de bana iyi geliyormuş bunu keşfettim. Mutluyum.

2011’de diz doktoruna gitmekten sonra kendim için yapılacaklar listemden bir madde daha eksildi.Gururluyum.

10 Şubat 2011 Perşembe

sensiz olmaz

Dün güle oynaya yürürken diyeceğim ama aslında oynadığım falan yoktu, neyse kendi halimde yürürken, hatta o güneşli havada önümde belirmiş buz parçasını farketmiş ve gardımı da almışken, ayağımın kaymasıyla, havada uçarak belimi kütt diye çarpmak suretiyle düşmem bir oldu. Bu düşmeleri bloga yazmakta fayda var zira dizim için doktora gittiğimde ve doktor önemli bir düşme yaşadınız mı dediğinde , geçen sene merdivenlerden yuvarlanma hikayemi hatırlamadığım da bir gerçek. Bu durumda doktora gitmeden blogumu okumak gibi saçma bir hareket icra etmem gerek sanırım. Neyse. Mesele bu değil. Aslında her zaman olduğu gibi elle tutulur bir mesele de yok lakin bugün bir aylık dans dersimizin son günü ve dün sadece belim ağrırken, bugün dizim, kolum, kaburgalarım gibi türlü türlü yerim ağrıdığından, dans dersinde icra edeceğim performansımdan çok endişeliyim(allah başka dert vermesin)
Dansa devam etmek istiyorum sayın seyirciler, kendi ekibimizi kurmak ve devam etmek gibi niyetlerimiz de var, allah mahcup etmesin. Kendi ekibimiz derken, hani tanıdıklarla dansa gitmeyi kastettim, yanlış anlaşılmasın, kimse bizden gösteri beklemesin:)
sevgiler.
başlık:şu an çalan teoman/nilüfer düeti.
Öte yandan belirtmek isterim ki, hayko cepkinle nilüfer düeti olan,bir diğer şarkı; aşk kitabı, nasıl bir şarkıdır ki, ofiste çaldığı esnada,başka bir şarkıyla karıştığını sanıp, kapamışımdır. Sanata sanatçıya saygılıyımdır, haykoyu çok severim, nülüfere de bayılmam, dinleyebilirim amaa amaaa ben o şarkıyı anlayamadım bilemedim.işin kötüsü evimizde yaşayan usta ses sanatçısı bahar hanım, şarkıyı birebir seslendirmekte ve beni korkutmaktadır.

9 Şubat 2011 Çarşamba

buraya yazarsam belki olur!

  1. Sabah erken kalkacaksın!
  2. Ne giyeceğim diye dolabın önünde zaman geçirme bir zahmet, akşamdan karar ver!
  3. İş yerinde makyaj yapmak yok merveciğiim! Otobüstekilerin günahı ne? Ha tamam illa dans dersine giderken tazeleyeceğim diyorsan kendi bileceğin iş.
  4. Yarın iş yerine geldiğinde, müzik açamayacak kadar şuursuz olma!
  5. Neşeliymiş gibi yap, endişelerini artık bir kenara bırak ve gülümse bebeğim!
  6. İnsanlarla höhöhöh diye konuşma, asma suratını, kibar ol!(sen yine de haketmeyenlerin hakkından gelirsin)
  7. Sabah parktaki kuşlara üzerinize basarım deme, çekilin canlarım falan de!
  8. O ıııvııııııııı arası tiz sesli çığlıklarından olur olmaz atarak, etrafı korkutma
  9. İki veya daha fazla insanı ilgilendiren bir derdin tarafı olabilirsin, ama taraflardan biri veya daha fazlası bu dert yokmuş gibi davranıyor, hüzünlere gark olmuyorsa, sen de olma, aklını başına topla.
  10. Bir süredir olumlu düşünemiyorsan bile, olumsuz da düşünme, ya da düşünme işte, sen bilirsin.

8 Şubat 2011 Salı

birgün.

hala buhranlı olduğumdan ruhum ve böyle zamanlarda bir odada tek başıma uyuyamadığımdan, kendi odamda Bahar'ı misafir edip yerde yattığım iki günün sonunda , dün gece de Bahar'ın odasında yer yatağı misafiri oldum. Sonra sabah her güne göre biraz daha erken, ama bir kaç haftadır hergün olduğu üzere çok zor uyandım. Aynada kendime baktım. Saçlarıma baktım. Aniden duş almaya karar verdim. Kurumaya çalışırken, alelacele bir elbise seçtim dolaptan. Üzerine dünyanın en kalın hırkasını giydim. Saçlarımı kuruttum. parfüm sıktım, yüzüme krem sürdüm. Annemin biraz eski kaşar ve pınarın ayvalıktan getirdiği yeşil zeytinlerle doldurduğu bir kabı yanında bir dilim ekmekle çantama attım. Paltom dünyanın en kalın hırkasını giydiğimden üzerime biraz tuhaf oldu.Baharla otobüs durağına yürüdük, çok doluydu binemedik, sonra metroya yürüdük. Metroda masterdan bir arkadaşımla karşılaştım. İşe geldim. Paltomu hiç çıkarmadan, bir önceki günden hazır dava dosyalarıyla dolu çantamı aldım. Duruşmalara girdim. İşler yaptım. Yeni aldığım kitabı hiç okumadım, jelatinini bile açmadım. Duruşmamı beklerken güneşe oturdum, biraz iyi geldi, acıktım, kaşarlı bir tost yedim. Telefonla konuştum. Kısacık. Büroya geri geldim. İşler yaptım. Çok acıktım. Yemeği geç yedik. Etli ekmek yedim. Gazoz içtim. İşler yaptım. Nescafenin hazır kapiçinosundan içtim. İtalyayı düşündüm. İnsanları düşündüm. İşi sadece pasta yapmak olan bir adamın röp.nı okudum. Akşam oldu. Eve gidicem.

7 Şubat 2011 Pazartesi

biutiful üzerine.

Alejandro Gonzalez İnarritu’nun tokatlarına Babel’den, Amores Perros’dan alışıktık. Biutiful’a giderken de hazırlıklıydık aslında çökmeye. Ama yine de bir Cuma akşamı, o kadar çok sahnede doldu ki gözlerim, ki Kürşad delisi, her burnumu çekişimde, afyonunu yüzüme tutmak suretiyle, “ağlıyor musuuuun” çıkışlarıyla beni benden alsa da, kendisi de filmin sonunda benimle birlikte gözyaşlarını tutamamış, “Merve film ağzımıza …”repliğiyle de ruh halimizi özetlemiştir.

Filme dönecek olursak, ben içimi sıkan, beni korkutan ya da gereğinden fazla geren bir filmi izlerken, kendimi “aman canım film neticesinde” diyerek rahatlatabilirken, İnarritu’nun filmlerinde, izlediğimin gerçek olmadığına kendimi bir türlü ikna edemiyorum.

Film beni sadece üzdü, canımı acıttı vs. de diyemem, çünkü filmde mutfaklarının kokusunu duydum, bir ölünün soğukluğunu hissettim yani sadece görmedim, duymadım diyebilirim.

Barcelona benim sokaklarına vurulduğum Barcelona değil, Javier Bardem ise Barcelona Barcelona’daki o çekici adam değil.

İnarritu görünce kafamızı çevirdiğimiz sokaktaki o adamın evine götürüyor bizi, yurt dışı gezilerinde sokakta ısrarlarından bunaldığımız, “tehlikeli adam” muamelesi yaptığımız Senegalli adamın çocuğuyla, karısıyla tanıştırıyor, “çin malı”nın sahne arkasını gösteriyor. O narin(!) kalplerimizi burkan bütün acı gerçekleri, tokat gibi yüzümüze çarpıyor, ama bunu nasıl yaptığına, özellikle “yok artık daha neler” dedirtmeden nasıl yaptırdığına dair sırrı da nedir çözebilsem ben de böyle film yapardım.

6 Şubat 2011 Pazar

vaybanavaylarbana.